(VİYANA) HJ – 5–7 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen kongrede alınan kararlar, uzun süredir Türkiye gündeminde yer bulan İmralı merkezli görüşmelerin en somut çıktılarından biri oldu.
PKK tarafından yapılan açıklamada, “12’nci kongremiz PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi” ifadeleri yer aldı.
Örgüte yakın kaynaklar, Kuzey Irak’ta “Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) rağmen” yapıldığı belirtilen kongreden görüntüler paylaştı.
İmralıda tutuklu bulunan örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda yapılan açıklamada, örgütsel yapının sonlandırıldığı ve bundan böyle silahlı yöntemlere başvurulmayacağı bildirildi. Bu beyan, 1 Mart’ta ilan edilen ateşkesle başlayan sürecin kurumsal bir dönüşüme dönüştüğünü gösteriyor.
Fırat Haber Ajansı’nda yayımlanan açıklamada, bu kararların uygulamaya geçebilmesi için Öcalan’ın süreci doğrudan yürütebilmesine olanak tanınması gerektiği vurgulandı. Aynı metinde “demokratik siyaset hakkının tanınması” ve “bütünlüklü bir hukuki güvence” çağrıları da öne çıktı. Yapı, söz konusu adımın “kalıcı barış ve demokratik çözüm için güçlü bir zemin sunduğunu” belirterek, siyasal aktörleri, sivil toplumu ve akademiyi bu zemini değerlendirmeye çağırdı.
Bu açıklamanın arka planında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te Öcalan’a yönelik “örgütü feshetmesi koşuluyla umut hakkından yararlanma ve TBMM’de konuşma” önerisi yer alıyor. Bu çağrıdan kısa bir süre sonra DEM Partili Ömer Öcalan’a, İmralı’da 43 ay sonra ilk kez bir ziyaret gerçekleştirme izni verildi. Aynı gün yaşanan ve çok sayıda sivilin yaşamını yitirdiği bir saldırı ise sürecin çift yönlü doğasını açık biçimde gözler önüne serdi.
İzleyen aylarda, Abdullah Öcalan ile DEM Partili bir heyet arasında birkaç görüşme daha gerçekleşti. Bu görüşmelerin ardından kamuoyuna sunulan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile birlikte, sadece örgütsel değil, aynı zamanda siyasal zemini yeniden kurma hedefi de açıkça ortaya kondu. Heyetin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la gerçekleştirdiği görüşme ve siyasi partilerle temasları, bu sürecin yalnızca tek taraflı bir adım değil, aynı zamanda devlet katında da karşılık bulma arayışı olduğunu düşündürdü.
Sürece dahil olan isimlerden Sırrı Süreyya Önder’in 3 Mayıs’ta hayatını kaybetmesi ise bu döneme sembolik bir kırılganlık kazandırdı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in, 5 Mayıs’ta yaptığı açıklamayla “günler içinde” somut adımların beklendiğini söylemesi, artık gözlerin hem Meclis’e hem de yargı alanına çevrileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin Kürt meselesine ilişkin çerçevesinin yeniden çizildiği, geçmişe göre daha sessiz ama daha yapılandırılmış bir dönemin habercisi olabilir. Bununla birlikte, açıklanan kararların ne derece kalıcı olacağı, yalnızca iç siyasi aktörlerin değil, uluslararası güçlerin tavırlarıyla da doğrudan ilişkili. Açıklamada açıkça çağrıda bulunulan bu güçlerin sürece engel olmamaları ve yapıcı katkı sunmaları talebi, çok katmanlı bir diplomatik iklimin sinyalini veriyor.