Kaddafi Kaya – 27 Nisan Viyana seçimlerine sayılı günler kala atmosfer giderek ısınıyor. Ancak bu kez sokaklara dağıtılan broşürler kadar, siyasetin içine yerleşmiş sessizlikler dikkat çekiyor. Her seçim döneminde tekrarlanan “toplumun sesi olacağız” vaadi, bu seçimde daha belirgin bir samimiyet testine dönüşmüş durumda. Söylenenle yapılan arasındaki mesafe, sadece bir tutarsızlık değil; bir inandırıcılık krizi yaratıyor.
Linç edilen bir dernek, sessiz kalan bir parti
Geçtiğimiz Ramazan ayında SPÖ Viyana Eyalet Milletvekili Aslıhan Bozatemur’un Avusturya Türk Federasyonu’nun bir etkinliğine katılması, medyada linç kampanyasına dönüştü. Dışlayıcı, hor gören, algıya hizmet eden haber başlıkları, yalnızca bir siyasi tartışma değil; sistematik bir dışlama pratiğinin yansımasıydı.
Oysa söz konusu dernek, Avusturya’da yasalar çerçevesinde kurulmuş, yıllardır gençlere, ailelere dokunan, açık kimlikle faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu. Haberlere bu denli konu olacak haliyle şayet varsa bir sorun, bunu araştıracak olan ilgili kurumlardır. Ama burada mesele hukuki değil; siyaseten kimliklendirilmiş bir ötekileştirmeyle ilgilidir.
Ve bu linç seyrinde, gözler bir yere çevriliyor: “Toplumun sesi” olduğunu iddia eden, “ezilenlerin, dışlananların tarafıyız” diye mikrofonları ısıran Söz Partisi’ne…
Toplumun yanında olmak lafla değil, tutumla olur
Söz Partisi neredeyse her açıklamasında “biz ötekileştirilenlerin yanındayız” diyor. Peki, bu savunuculuk iddiası, yalnızca politik olarak risksiz alanlarda mı geçerli? O dernekteki gençlerin, ailelerin, gönüllü emekçilerin haklarını savunmak için ille de aynı siyasi görüşü paylaşmak mı gerekiyor?
Hayır. Toplumun bir parçası medya lincine uğrarken, “biz toplum için siyaset yapıyoruz” diyen bir partinin suskun kalması, sadece bir eksiklik değil; inandığını iddia ettiği kavramlara karşı samimiyetsizliktir. En azından bir Almanca basın açıklamasıyla, sembolik bir ziyaretle, bir dayanışma mesajıyla tutarlılık gösterilebilirdi.
Bunun yerine, adeta özenle bu derneğin ismi dahi anılmamış gibi davranıldı.
Katıl ama adını anma: Görünmez bir mekanda siyaset
Edindiğim bilgilere göre, Söz Partisi yetkilileri Türk Federasyonu’nun 23 Nisan etkinliğine katıldılar. Çocuklara balonlar dağıttılar, seçim broşürleri sundular. Ancak bu ziyaret, ne partinin resmi hesaplarında ne de parti liderinin kişisel sayfasında yer aldı.
Oysa aynı Söz Partisi, başka birçok Türk derneğiyle yaptığı görüşmeleri sosyal medyada büyük bir özgüvenle paylaştı. Dernek isimleri, toplantı notları, teşekkür mesajları açık açık yayınlandı. Ama söz konusu Türk Federasyonu olduğunda, sanki görünmezlik zırhı devreye girdi.
Bu tutum yalnızca bir iletişim tercihi değil; açık bir çelişkinin ve siyasi cesaretsizliğin göstergesidir.
“Toplumun sesi” olmak, gerçekten bu mu?
Söz Partisi Genel Başkanı Hakan Gördü, her fırsatta ana akım siyaseti eleştiriyor, “ifade özgürlüğü” ve “ezilenlerin yanında olmak” gibi kavramlarla kendini tanımlıyor. Fakat kendi toplumunun içindeki en büyük sosyal oluşumlardan birine yönelen medya saldırılarına karşı sessiz kalmak, bu söylemleri içeriksizleştiriyor.
Siyaset, yalnızca alkış toplayacak cümleler kurmak değildir. Gerektiğinde yalnız kalma pahasına söylemlerinizle uyumlu hareket etmek, risk almayı göze almaktır.
Temsil iddiası, risk alma iradesiyle sınanır
Bir siyasi parti, temsil iddiasında bulunuyorsa, toplumun bir kesimi açıkça hedef alındığında sessiz kalmamalıdır diye düşünüyorum. Çünkü temsil, yalnızca ideolojik benzerlik değil; ilkesel duruş gerektirir. Pierre Bourdieu’nün dediği gibi: “Hakikat, onu dillendirme riskini göze alanların ellerindedir.”
Bugün, adını anmaktan çekinilen bir dernek üzerinden yürütülen bu “görünmezleştirme” pratiği, yarın daha büyük meselelerde nasıl bir tavrın işareti olacaktır? Söz Partisi toplumun çıkarlarını mı, yoksa partisinin konforunu mu önceleyecektir?
Toplumun hafızası güçlüdür. Kimlerin nerede durduğunu, neyi görüp neyi görmezden geldiğini unutmaz.