Kaddafi Kaya – Son yıllarda Avrupa’nın pek çok kentinde, “çokkültürlülük” kavramı siyasi sloganların vazgeçilmez süsü haline geldi. Viyana da bu süslü söylemlerden nasibini alıyor. Ancak gerçeklik, çoğu zaman söylemlerin ardındaki boşlukta saklıdır.
SÖZ Partisi’nin gündeme taşıdığı “Ramazan Bayramı’nın Avusturya’da resmi tatil ilan edilmesi” talebi de tam bu minvalde, niyetle sonuç arasındaki kopukluğun açık bir örneği. Her ne kadar bu talep “eşitlik” perdesiyle sunulsa da, asıl tartışılması gereken nokta; bu çıkışın toplumsal fayda mı, yoksa siyasal kutuplaşma mı ürettiğidir.
Bu ve benzeri talepler, ilk bakışta oldukça cazip bir vaat gibi görünüyor. Hele ki bu Avusturya gibi çokkültürlü ve göçmen geçmişi güçlü bir ülkede dile getiriliyorsa… Ancak, eşitlik kavramı yalnızca güzel sözlerle değil, o sözlerin altını dolduran gerçekçi politikalarla anlam kazanır.
Üstelik bu noktada dikkat çekici bir tutarsızlık da göze çarpıyor. SÖZ Partisi’nin resmi açıklamasında yalnızca Ramazan Bayramı’nın resmi tatil olması yönünde bir talep dile getiriliyor. Bu durum da akıllara şu soruyu getiriyor: Peki ya Kurban Bayramı? Eğer bu talep, gerçekten eşit muamele adına yapılıyorsa, İslam dünyasında Ramazan kadar önemli olan ikinci bayram neden bu talebin dışında bırakıldı? Eğer sadece Ramazan Bayramı üzerinden bir görünürlük elde edilmeye çalışılıyorsa, bu yaklaşım inanç ve eşitlik temelli değil, sembolik siyaset temelli bir tercih olarak değerlendirilmelidir. Gerçek eşitlik arayışı, sembollerle değil, tutarlılıkla inşa edilir. Talebin iç tutarlılıktan uzak oluşu, hem samimiyetini hem de meşruiyetini sorgulanabilir hale getiriyor.
Ayrıca SÖZ Partisi’nin bu talepleri dile getirme biçimi, partinin siyasi yönelimi açısından da bazı soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Son seçimlerde %1,2 gibi sınırlı bir destek alan ve bu yıl daha yüksek bir oy hedefleyen bir partinin, çok daha geniş bir toplumsal kesime hitap eden bütüncül politikalar üretmesi beklenir. Oysa kamuoyunda sürekli olarak yalnızca Müslüman kimliğe odaklanan çıkışlarla anılması, SÖZ Partisi’ni “sadece Müslümanların partisi” gibi daraltıcı bir algıya mahkûm edebilir. Bu, ne Avusturya siyaseti için sağlıklı bir zemin yaratır ne de Müslümanların genel faydasına hizmet eder.
Daha da önemlisi, bu tür dini taleplerin, Müslümanların Avusturya’daki resmi temsilcisi olan Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) ile istişare edilmeden doğrudan siyasi bir ajandanın parçası haline getirilmesi, kutsal olanın siyasallaştırılması gibi tehlikeli bir eğilimi barındırıyor. Bayramlar, bir toplumun en ortak değerlerinden biridir; onları politik taleplerin aracı haline getirmek, hem temsil iddiasını zedeler hem de dini hassasiyetleri siyasal gerilimlere kurban eder.
Bu noktada akıllara şu haklı ve hayati soru gelmiyor mu: Müslüman topluma dair bu tür talepler neden, Avusturya’daki resmi temsil makamı olan Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) tarafından değil de, bir siyasi parti tarafından dile getiriliyor?
Ve bu soruyla birlikte şu kaçınılmaz şüphe de doğmuyor mu: SÖZ Partisi, Müslümanların kutsal değerlerini kamusal görünürlük kazanmak ya da gündemde kalmak adına siyasallaştırıyor olabilir mi?
Şimdi asıl meseleye odaklanacak olursak: Toplumsal talepler, sadece niyetle değil, zamanlaması, zemini ve karşılık bulma olasılığı ile değerlendirilmelidir.
Avusturya gibi aşırı sağın %60’lara yaklaştığı bir siyasi iklimde, dini taleplerin devlet politikası seviyesinde dillendirilmesi, yalnızca teknik bir mesele değildir. Bu tarz çıkışlar, özellikle FPÖ gibi popülist sağ partilere arayıp da bulamadıkları siyasi malzemeyi sunar. Üstelik, zaten kırılgan olan toplumsal hoşgörü dengesini daha da hassaslaştırır. Kutuplaşma, çoğu zaman fikirle değil, yanlış zeminde ortaya atılmış taleplerle başlar.
Tarihsel deneyimler de göstermiştir ki, marjinal taleplerin siyasallaşması, çoğunluk toplumu içinde bir “ayrıcalık” algısını tetikler. Bu algı, Müslüman topluma karşı ön yargıları artırır, ötekileştirmeyi derinleştirir ve birlikte yaşama kültürünü zehirler. Sadece bugün değil, gelecek nesiller için de tehlikeli bir miras bırakır.
Kısa süreliğine bu talebin kabul edildiğini varsayalım. Avusturya’da onlarca farklı dini grup ve inanç topluluğu yaşıyor. Her biri benzer hak talebiyle geldiğinde ne olacak? Her inanca yılda sadece iki resmi tatil hakkı tanınsa bile, bu durum yılda 20’ye yakın dini tatilin gündeme gelmesi demek. Bu da kamu düzeni, iş dünyası ve eğitim sistemi gibi alanlarda sürdürülemez bir yapıya kapı aralayacaktır.
Gerçeklikten kopuk talepler, en başta o talepleri dile getiren toplum kesimlerine zarar verir.
Burada niyetin iyi olması, sonucu değiştirmiyor. Aksine, toplumun diğer kesimlerinde “farklı bir değer sistemi dayatılıyor” algısına neden oluyor. Bu da yalnızca karşılıklı empatiyi değil, ortak hak ve yaşam duygusunu da aşındırıyor. Bu tarz taleplerle sanki Müslümanlar ülkedeki ortak hukuk düzenine değil, kendi değerlerine ayrıcalık tanınmasını istiyor gibi bir algı oluşuyor. Bu da İslamofobik söylemlere meşruiyet kazandırıyor.
Raymond Aron’un şu sözünü hatırlatmak istiyorum: “Gerçekçilikten uzak idealler, yalnızca yeni çatışmalara zemin hazırlar.”
Bizim ihtiyacımız olan şey, Müslüman toplumun değerlerini görünür kılacak, kültürel ve dini çeşitliliği kamusal alanda meşru bir şekilde temsil edecek, ancak bunu toplumsal gerçekliğe saygılı bir dille yapacak siyaset anlayışıdır. Eşitlik ve hoşgörüyü inşa etmenin yolu, ayrıştırıcı değil, birleştirici politikalar üretmekten geçer.
Unutulmamalıdır ki: Hoşgörü, ortak zemini dikkate alarak, gerçekçi politikalar üretmekle inşa edilir. Aksi tutumlar, toplumu tehlikeye atar.
Böylesi talepler, ayrıcalık değil, adalet temelinde olmalıdır.