Kaddafi Kaya (Viyana) – 1960’lı yıllarda Avusturya’nın tarihi sokaklarına adım atan ilk Türk işçilerinden bugüne dek bir hikâye yazıldı bu ülkede. Bu hikâye, emeğin ve alın terinin hikâyesiydi; yeni bir ülkeye, yeni bir düzene katkı sunma gayretinin hikâyesi. Ancak aynı hikâyenin bir başka tarafı daha var: Ön yargılar, ayrımcılık ve sessiz sedasız maruz kalınan bir dışlanmışlık. Bu iki hikâye, birbiriyle çelişen iki cephe gibi yan yana var olmaya mecbur bırakıldı.
Bugün gelinen noktada, Avusturya’da Türk toplumunun önyargılarla şekillenen algısının ardında yatan en güçlü aktörlerden biri kuşkusuz ki medyadır.
Medya, modern dünyanın en büyük güçlerinden biri; hakikati yüceltme görevine sahip olduğu kadar, hakikati çarpıtma tehlikesini de içinde barındırıyor. Pierre Bourdieu’nun dediği gibi, “Medya bir arena gibidir; toplumu şekillendirir, algıyı kurar ve güç ilişkilerini yeniden dağıtır.” Ancak, günümüzde bu arenanın kuralları genellikle adaletten yoksun ve vicdandan mahrum bir yapıya devrildi.
Avusturya gibi popülist siyasetin sürekli var olduğu ve hassas dengelere sahip bir ülkede medya, yalnızca haber vermekle kalmaz; aynı zamanda bir toplumun kimliğini, algısını ve değerini belirleyen en güçlü araçlardan biri olarak karşımıza çıkar. Peki, bu güç, etik ve ahlakla ne kadar sınırlandırılmıştır?
Yıllardan bu yana süregelen önyargılar şekillenen bir toplumda, Türk gazetecilerin sorumluluğunu diğer ülkelere kıyasla çok daha ağır bir hale getirmiştir. Bu ortamda gazetecilik yapmak, yalnızca haber aktarma görevi değil, aynı zamanda toplumsal vicdanı diri tutma sorumluluğunu da içerir. Ancak bu sorumluluğu taşıyanlarla, maddi çıkar uğruna etik değerleri göz ardı edenler arasındaki fark her geçen gün daha belirgin hale gelmektedir. Son yıllarda Türkçe yayın yapan bazı sosyal medya mecralarının, bu meslekten beklenen etik ve ahlaki standartlardan uzaklaştığını görmekteyiz. Bu durum, yalnızca gazeteciliğin itibarını zedelemekle kalmıyor; aynı zamanda toplum vicdanını derinden yaralıyor.
Avusturya’da Medya ve Önyargının İlişkisi: Toplumsal Bir Çifte Standart
Avusturya’da özellikle bulvar medyasında Türk toplumuna yönelik önyargıların kökeninde, bilinçli yapıldığını düşündüren çok sayıda haberlere şahit olduk.
Hafızamızı biraz tazelersek;
Geçtiğimiz aylarda Avusturya’da bir askeriyede görevli Türk kökenli bir asker bir diğer asker arkadaşı tarafından vurularak hayatını kaybetti. Ne hikmetse özellikle bulvar medyası Türk kökenli askeri vuran diğer askerin Avusturyalı olduğunu yazmakta imtina etti, kaçındı.
Yine benzer olaylarda cinayet, soygun, cinsel istismar gibi olumsuz ve yüz kızartıcı haberlerde başrolde bir Türk bir Müslüman ya da bir göçmen olmadığı sürece köken belirtmekten imtina ile kaçınan bulvar medyası, söz konusu bir Türk, Müslüman yahut göçmen olunca doğduğu ile kadar bilgi verme ihtiyacı hissediyor. (Örnekleri çoğaltmak mümkün)
İşte bu çifte standart toplumsal algıyı zehirleyen başlıca unsurdur. Bu tutum, Türk toplumunu sadece ötekileştirmekle kalmaz; aynı zamanda onu toplumun sorunlu bir unsuru olarak hafızalarda kodlar.
Burada sadece bireysel bir ayrımcılıktan değil, sistematik bir dışlamadan bahsetmek gerekir. Medyanın Türk toplumunu damgalayan dilini ele almak, aynı zamanda toplumsal vicdanın bir yansımasıdır. Hannah Arendt, totaliter rejimlerin temelinde hakikatin manipülasyonunun yattığını söyler.
Peki, bugün Avusturya’daki medyanın çoğunluğu, hakikatin taşıyıcısı mı, yoksa çarpıtıcısı mı? Bu sorunun yanıtı, yalnızca Türk toplumunu değil, toplumsal barış ve uyumu da doğrudan etkiler.
Toplumun medyada sunulan klişelerle şekillenen algısı üzerine çalışmaları bulunan Avusturyalı sosyolog Roland Girtler, medyanın karmaşık toplumsal konuları basitleştirerek ve dramatize ederek sunmasının, gerçekliği çarpıtabileceğini ve toplumdaki kutuplaşmayı artırabileceğini belirtiyor.
“Merhamet duygusunu kaybetmeye yüz tutmuş insanlar”
Hafta sonu, Viyana’da hepimizi derinden sarsan bir olay meydana geldi. Dört yaşındaki bir çocuğumuz hayatını kaybetti. Bu elim hadise yalnızca ailenin değil, toplumun tamamının acısıdır. Ancak ne yazık ki, bu acıyı paylaşmak yerine anneye hakaretler ve beddualar yağdıran bazı kişilerin yorumlarını da gördük. Olayın tüm detayları netleşmeden, ailenin acısını anlamak ve saygı göstermek yerine, annenin üzerinden bir hakaret kampanyası başlatılması, toplum vicdanında derin yaralar açmıştır.
Olaya ilişkin görüntüler, şüphesiz ki merhametten uzak yorumlarda etkili olmuştur.
Vicdan Muhasebesi: “Viyana Maddiyat Haber”
Yaşanan elim hadiseye ilişkin yürek burkan görüntüler ve detaylar OE24 isimli gazetede yer aldı. Ve maalesef şaşırmadığımız şekilde detaylarda ve fotoğraf kaynağında “Viyana Manşet Haber” ismi yazılıydı.
Zira adı geçen bu sosyal medya kuruluşunun benzer olaylarda ilk yolladığı resim değildi. Yakın zamanda buna benzer toplumun hassas değerlerini, vicdanını hiçe sayan bir çok vaka meydana gelmişti.
Basın kanunu; Ahlak ve Vicdanın çizgisini belirler mi?
Olayın yaşandığı binaya giderek duvarlardaki kan izlerini buzlamadan yayınlamak; Bu, yalnızca gazetecilik mesleğinin değil, insanlığın en temel değerlerinin ihlalidir.
Canlı yayınlanan bu video, sadece Avusturya Medya Kanunu’yla çelişmekle kalmamış; aynı zamanda gazeteciliğin etik ilkelerini yerle bir etmiştir.
Her ne kadar genel olarak Avusturya Medya Kanunu bazı içeriklerin yayımlanmasına müsaade etse de, bu durum o içeriklerin ahlaki ve toplumsal açıdan doğru olduğu anlamına gelmez. Özellikle Türk ve Müslüman toplumu gibi Avusturya’da tarihsel önyargıların gölgesinde yaşayan bir toplum için, yerel medyanın etik sorumluluğu bir kat daha artmaktadır.
Medya yasalarla şekillenir; ancak ahlak, yasaların ötesindedir. Bazı durumlarda, yasal olan bir şey, ahlaki ya da etik olarak kabul edilemez. Bir trajediyi reyting malzemesine dönüştürmek, yasal sınırları aşmasa da insanlık onurunu ayaklar altına alır.
Cemil Meriç, “Hakikat bir güneştir; gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar,” der. Oysa bu tarz habercilik anlayışı, gözlerini hakikate kapatmakla kalmamış, toplumu bir adım daha karanlığa sürüklemiştir.
Yerel Medyanın Sorumluluğu: Toplumun Aynası mı, Kirli Bir Yansıması mı?
Avusturya’da Türk toplumundan çıkan medya organlarının, topluma ayna tutma sorumluluğunun bulunduğuna inanıyorum. Ancak bu aynanın bazı kişiler aracılığıyla, toplumun sadece çarpık ve önyargılarla kirletilmiş bir yansımasını sunduğunu görüyoruz.
Viyana Manşet Haber, son yıllarda bulvar medyasına servis ettiği içeriklerle yalnızca etik ilkeleri değil, Türk toplumunun itibarını da hiçe sayan bir tutum sergilemiştir. Hannah Arendt’in “ahlaki karartma” olarak adlandırdığı durum, tam da budur. Bu gibi medya kuruluşları, toplumun sesi olmak yerine, toplum üzerinden algı operasyonlarına hizmet eden bulvar medyalarına içerik sunarak adeta önyargıları besleyen araca dönüşüyor.
Max Weber’in “etkin sorumluluk” kavramına göre, her toplumsal aktör, eylemlerinin uzun vadeli sonuçlarını göz önünde bulundurmalıdır.
Ancak, Türk toplumunun hassasiyetlerini istismar eden ve toplumun itibarını zedeleyen bu gazetecilik anlayışı, kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli bir güven kaybını, isminin toplum nezdinde “Viyana Maddiyat Haber” olarak anılmasını göze almıştır.
Ahlak ve Hukukun Ötesinde: İnsanlığın Vicdanı
Burada mesele sadece hukuki bir ihlalden ziyade, aynı zamanda ahlaki bir ihlaldir. Toplumların birlikteliğini sağlayan görünmez bağlar, medyanın sorumsuzluğuyla yıpratılmaktadır. Türk toplumuna yönelik sistematik önyargılar, yalnızca bireyleri değil, toplumu da derinden etkileyen bir ayrışma yaratmaktadır. Özellikle bu toplum içinden çıkmış yerel medyanın görevi, bu ayrışmayı derinleştirmek değil, aksine gidermektir.
İşletmelere, STK’lara ve Kurumlara Çağrı
Resmi kurumlar, STK’lar ve toplumun önde gelen isimleri neden her seferinde bu ve benzeri durumlar karşısında sessiz kalıyor? Bu konuyu daha sonra başka bir yazıyla kaleme alacağımızı hatırlatarak;
Bu noktada işletmeler, dernekler ve bireyler, destek verdikleri medya organlarının toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket edip etmediğini sorgulamalıdır diye düşünüyorum.
Türkçe yayın yapan medyanın asıl gücü de bu dili konuşan, ve okuyan Türk toplumudur. Dolayısıyla reklam veren işletmelerin, gazetecileri programlara davet ederek topluma sunan dernek, resmi kurum ve siyasetçilerin artık daha seçkin davranması gerektiğini kaçınılmazdır. Türk toplumunun hassasiyetini önemsemeyen, kendi çıkarlarını toplumun çıkarları üzerinde gören kişilere karşı sorumlulukla hareket etmelerini ve bu sorumluluğu almalarını topluma olan bir borç olarak görüyorum.
Toplumsal Bilinç Gelişmeli
Gazetecilik, yalnızca bir meslek değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın sınavıdır. Bu sınavı başarıyla geçmek için, yalnızca haber aktaran değil, toplumun kolektif bilincini oluşturan bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bugün, Avusturya’daki Türk toplumu, kendisini doğru temsil edebilecek bir medya anlayışını savunmak ve desteklemek zorundadır.
Toplum olarak, etik gazetecilik değerlerini savunmak hepimizin sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki, bir toplumun medyası, o toplumun vicdanının bir aynasıdır. Bu aynada görmek istediğimiz şey, yalnızca doğru haberler değil; aynı zamanda dürüstlük, etik ve toplumsal sorumluluktur.
Son olarak, Albert Camus’nün bir sözüyle yazımı noktalıyorum: “Gazetecilik, gerçeği söyleme sorumluluğudur. Ve bu sorumluluk, yalnızca cesareti değil, aynı zamanda vicdanı da gerektirir.”
Bugün bu vicdanı savunmak, yalnızca gazetecilerin değil, hepimizin görevidir.