KADDAFİ KAYA – Şüphesiz ki cenazeler, insanoğlunun hayatındaki en özel ve zor anlardan biridir. Bir yanda bir ömrün vedası, diğer yanda geride kalanların hüzünle örülü sessizliği.
Ne yazık ki, Avusturya’daki Türk toplumu içinde son yıllarda sosyal medya platformlarında yaygınlaşan ve gazetecilik iddiasıyla sunulan cenaze törenlerini canlı yayınlanma geleneği, birçok tehlikeyi de beraberinde getiriyor.
Bunun, yalnızca gazetecilik, toplumsal etik ve değerler açısından değil, psikolojik, kültürel ve medya okuryazarlığı bağlamında da ciddi şekilde sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Viyana’daki Türk toplumu arasında, son yıllarda neredeyse sıradan bir hâl alan bu uygulamanın köklerini incelediğimizde, dijitalleşen dünyanın getirdiği “anlık paylaşım” kültürünü ve bazı sosyal medya hesaplarının her ânı belgelerken mahremiyeti ikinci plana atma alışkanlığını görebiliriz.
Daha üzücü olanı ise bu ve benzeri “değersizleştiren” uygulamaların, toplumun büyük çoğunluğunun “sessiz onayı ve kabulü” ile hızla yayılıyor olması.
Çevrenizde, düğünü için kameraman ya da fotoğrafçı arayan kişileri görmüşsünüzdür. Belki siz de bu hizmetlerden faydalanmışsınızdır. Düğünler neşeyi, birlikteliği ve mutluluğu ölümsüzleştirmek için bu tür hizmetlere başvurmanın doğal karşılandığı anlardır. Peki, hiç cenazesi için fotoğrafçı ya da kameraman arayan birine şahit oldunuz mu? Cenaze gibi mahremiyetin ve acının varolduğu bir anın, bu tür canlı yayınlarla belgelenmeye açılması fikri, toplumun değer sistemine ciddi bir sorgulama getirmez mi?
Gazeteciliğin Zor İmtihanı
Özellikle canlı yayın özelliğinin akıllı telefonlarda yaygınlaşması, gazetecilik mesleğinin temel unsurlarından biri olan “haberi yazabilme ve anlatım kabiliyetinden yoksun” bazı sosyal medya fenomenlerinin adeta imdadına koştu. Artık çoğu yerde haberler metin yazılarıyla değil; doğrudan görüntü ve canlı yayınlarla aktarılmaya başlandı. Bu kolaylık ve hız, hayatın en mahrem alanlarına kadar sirayet etmiş durumda. Cenazelerdeki canlı yayınlar bunun en somut örneği.
Gerçek manada, “Gazeteciliğin, bireysel acıları ticari ya da etkileşim uğruna sosyal bir içerik olarak ‘yayınlama’ mesleği olmadığını” düşünüyorum.
Mahremiyeti Tüketen Bir Kültür
Cenaze törenlerini canlı yayınlamak, bir noktada vefat eden kişinin ailesinin acısını halka mal etmek anlamına gelir. İslam kültüründe cenazeler, mahremiyet ve saygı gerektirir. Oysa bu tür yayınlar, acının ticarileştirilmesi ve izlenme uğruna mahremiyetin göz ardı edilmesi anlamına geliyor.
Toplumun kolektif hassasiyetini temsil eden cenaze törenleri, ekranların ardında sıradan bir içerik tüketimi haline gelirken, aslında vicdanımızdan ve değerlerimizden bir şeyler kaybediyoruz.
Bu tür yayınların savunucuları, kamuoyunu bilgilendirme amacı güttüklerini öne sürebilir. Ancak “kamu yararı” ile “mahremiyet ihlali” arasındaki ince çizgi her geçen gün daha da bulanıklaşıyor. Oysaki habercilik, yalnızca bilgilendirmek değil, aynı zamanda toplumun etik sınırlarına da riayet etmeyi gerektirir. Zira genel bir resim çekip, haber metni yazmak varken neden canlı yayın?
Çocuklarda Travma Riski
Bugün sosyal medya kullanımının 10-11 yaşlarına kadar düştüğünü biliyoruz. Bu gerçek, çocukların bu tür görüntülerle karşılaşma ihtimalini son derece artırıyor. Ölüm gibi derin ve travmatik bir olgu, çocukların duygusal gelişimleri üzerinde nasıl bir etki bırakabilir?
Ölüm, hayatın doğal bir gerçeğidir; fakat bir çocuğun bunu anlamlandırabilmesi, gelişimsel olarak doğru bir rehberlik gerektirir. Oysa cenaze törenlerini canlı yayınlamak, çocukların bu gerçekliği ansızın ve travmatik bir şekilde öğrenmesine neden olur. Bu durum, korku, kaygı ve hatta ölüme karşı duyarsızlaşma gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Yakınlarını Kaybedenler İçin Riskli
Cenazelerdeki görüntülerin çocukların sosyal medyada karşısına çıkma ihtimali kadar, bu içeriklerin yas tutan aile bireylerine nasıl etkiler yaratacağını da sorgulamalıyız. Yakınlarını kaybetmiş insanlar, bir süre sonra bu görüntülerle istemeden karşılaştıklarında, kayıplarını tekrar tekrar hatırlayacak ve acılarını tazeleyeceklerdir. Bu durum, yalnızca bireyler için değil; insan doğası ve yas tutma süreci açısından da son derece sağlıksız bir durum.
Medya Okuryazarlığı: Türk Toplumunun Zayıf Kalesi
Mobil cihazlar ve sosyal medya platformları, bireylerin medya içeriklerini yalnızca tüketmesine değil, üretmesine de olanak tanıyor. Ancak okuma yazma oranı düşük ve medya okuryazarlığı konusunda yeterince bilinçlenmemiş bireyler, bu araçları genellikle sorumsuzca kullanabiliyor. Canlı yayın yapma kolaylığı, toplumda bilgi üretimini artırmak yerine genellikle “dikkat ekonomisi” uğruna yüzeysel ve hatta zararlı içeriklerin yayılmasına neden oluyor.
Medya okuryazarlığı, Avusturya’daki Türk toplumu için hayati öneme sahip. Medya içeriklerinin yalnızca nasıl üretildiğini değil, nasıl değerlendirileceğini ve eleştirel bir gözle nasıl tüketileceğini öğrenmek, toplumsal bilinç seviyesini adına son derece önemli. Bu bağlamda, özellikle genç nesillere medya okuryazarlığı konusunda eğitimler verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Genç Nesiller ve Dijital Duyarsızlaşma
Ölümün mahremiyeti ve insan doğasına uygun yas tutma ritüelleri, sosyal medya çağında neden bu kadar ihlal edilir oldu? Bu soruyu yalnızca medya çalışanlarının değil, toplumun tamamının sorması gerekiyor. Gazetecilik yapan bireyler, cenazelerdeki canlı yayınların ahlaki, psikolojik ve toplumsal sonuçlarını neden kapsamlı bir şekilde değerlendirmiyor? Şayet cenaze sahiplerinden bu yönde bir talep geliyorsa bile, bunun toplum nezdinde kabul görüp görmeyeceği sorgulanmalıdır. İnsanlık onurunun sınırlarını bireylerin taleplerine göre yeniden mi çizeceğiz?
Tavsiye: Dijital Etiğin Yeniden İnşası
Sosyal medya, gücünü ahlaki sorumlulukla harmanladığında topluma fayda sağlayabilir. Ancak etik sınırları aşan, mahremiyet ihlali barındıran ve toplumsal değerleri yozlaştıran içerikler, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir soruna dönüşüyor. Burada hepimize düşen sorumluluk, dijital etik konusunda farkındalık sahibi olmak ve toplumun tüm bireylerini medya okuryazarlığı konusunda bilinçlendirmektir.
Vefat eden kişilerin ardından “hayırla yâd edilme” prensibi yerine, izlenme oranları uğruna mahremiyetin ayaklar altına alındığı bir düzen kabul edilemez. Çocuklarımızın dijital dünyada sağlıklı bireyler olarak var olabilmesi için, sosyal medya içeriklerinin sınırlarını yeniden düşünmeli ve toplumsal değerlerimizi koruma altına almalıyız.