(VİYANA) HJ – Tesla’nın kurucusu Elon Musk kısa süre önce sosyal medya platformu X’te yaptığı bir paylaşımda “Düşük doğum oranları uygarlığın sonunu getirir” ifadesini kullandı.
ABD’de muhafazakâr çevreler ise Donald Trump’a, kendine taktığı “Doğurganlık Başkanı” unvanını yerine getirmesi için baskı yapıyor ve tüp bebek yöntemiyle vaat edilen bebek patlamasını ülkeye kazandırmasını istiyor.
Avrupa’da da Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’dan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’ye kadar pek çok sağcı lider, çocuk sahibi olan ailelere primler vaat ediyor. Ancak bu teşviklerin etkisi sınırlı kaldı; örneğin Macaristan’da doğum oranları artmadı, yalnızca çocuk sahibi olma zamanı değişti. Demografi uzmanları uzun süredir nüfusun azalmasının ekonomik çöküş anlamına gelmediğini vurguluyor. Japonya örneğinde olduğu gibi, azalan nüfusa rağmen istikrarlı bir büyüme mümkün olabiliyor.
Nüfus artışı göçle sağlanıyor
Bir ülke nüfusunun dengede kalabilmesi için her kadının ortalama 2,1 çocuk doğurması gerekiyor. Bugün dünya nüfusunun üçte ikisi bu oranın altında seyreden ülkelerde yaşıyor.
Avusturya’da 2024 yılında kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 1,3 oldu. Dolayısıyla ülkede nüfus yalnızca göç yoluyla artıyor.
Resmi verilere göre Avusturya’da 1,8 milyon yabancı uyruklu yaşıyor. Bunların en büyük grubunu Alman vatandaşları oluştururken, onları Rumenler izliyor. Ayrıca göçmen kökenli toplam 2,5 milyon kişi bulunuyor. Bu da nüfusun yaklaşık %27’sine karşılık geliyor.
Demografi uzmanı Wolfgang Lutz, “Göçte asıl belirleyici nokta, entegrasyonun ne ölçüde başarılı olduğudur” dedi.
Entegrasyon karmaşık bir süreç
Avusturya Bilimler Akademisi’nden (ÖAW) Wiebke Sievers’e göre entegrasyon, kamuoyunda genellikle sanıldığından çok daha karmaşık. Sievers, “Toplumda göçmenlerin adım adım uyum sağlayıp sonunda ödül olarak vatandaşlık elde ettiği doğrusal bir süreç varmış gibi düşünülüyor” değerlendirmesini yaptı.
Ancak birçok göçmen, özellikle gelir kriteri nedeniyle vatandaşlığa ulaşamıyor. Bu durum çoğu zaman “daha fazla çaba göstermeleri gerekirdi” şeklinde yorumlansa da aynı kriteri Avusturyalıların da önemli bir bölümü karşılayamıyor. Ülkedeki işçilerin %30’u, memurların ise %60’ı bu gelir seviyesinin altında.
Yaşlanan toplum ve değişen iş gücü
Halkın %20’si 65 yaşın üzerinde olduğu için Avusturya’da sıklıkla sosyal sistemin çöküşünden söz ediliyor. Ancak araştırmalar, insanların daha uzun süre sağlıklı ve üretken kalabildiğini gösteriyor.
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 41 ülkede yaptığı bir araştırmada, 2022’deki 70 yaşındakilerin bilişsel becerilerinin 2000 yılındaki 53 yaşındakilerle aynı seviyede olduğu ortaya çıktı. Bu, yaşlıların da iş gücüne katılımını artırıyor.
Ayrıca Avrupa Birliği’nde iş gücü giderek daha iyi eğitim alıyor. Uluslararası Uygulamalı Sistem Analizi Enstitüsü’nün (IIASA) de katkı sağladığı rapora göre neredeyse tüm senaryolarda çalışanların niteliği yükseliyor ve bu da üretkenlik ile uyum yeteneğini artırıyor.
Siyasi mesajlarda çelişki
Göçün farklı türleri arasındaki ayrımın yeterince net olmaması da sorun yaratıyor.
Viyana Ekonomi Üniversitesi’nden Judith Kohlenberger, “Sistemimiz insani gerekçelerle gelenlerle iş gücü göçünü net biçimde ayırmıyor, oysa siyasi söylemde bu ayrım çok sık vurgulanıyor” dedi.
Kohlenberger, nitelikli iş gücü göçünün teşvik edilmek istenirken aynı anda caydırıcı mesajların verilmesinin yanlış etki yarattığını vurguladı: “Remigrasyon çağrıları veya yetersiz bir hoş geldin kültürü, yüksek nitelikli göçmenler üzerinde mültecilerden bile daha olumsuz sonuçlar doğurabilir. Çünkü bu kişiler için alternatif ülkeler mevcut.”
Kohlenberger, buna örnek olarak Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde yürürlüğe giren Müslüman yasağının yüksek vasıflı İngiliz mezunlarını ABD’den uzaklaştırıp başka ülkelere yönlendirdiğini hatırlattı.
Mülteciler için iş engeli
Kamuoyunda mülteciler hakkında sıkça dile getirilen “çalışmak istemiyorlar” iddiası, araştırmalarla çürütülüyor. Veriler, sığınmacıların refahı için iş bulmanın büyük önem taşıdığını ortaya koyuyor.
Ancak Avusturya’da iltica başvurusu sonuçlanmadan çalışmak mümkün değil ve bu süreç yıllarca sürebiliyor.
Sievers, ülkenin AB’nin “6 ay sonra çalışma hakkı”na ilişkin direktifini öyle uyguladığını, ki pratikte iş erişimini neredeyse tamamen kapattığını belirterek, “Dil kursları için de benzer bir kısıtlama var. Entegrasyon, sığınma başvurusu olumlu sonuçlanana kadar aslında başlamıyor” yorumunda bulundu.
“Müslüman yönetici istenmiyor”
Araştırmacıların “entegrasyon paradoksu” olarak tanımladığı bir durum da Avusturya’da gözlemleniyor. Buna göre göçmenler eğitim, iş ve sosyal yaşamda ne kadar başarılı olursa, toplumun bazı kesimlerinde o kadar fazla tepkiyle karşılaşıyorlar.
Kohlenberger bu durumu şöyle anlattı: “Göçmenlerden başarı ve sosyal yükseliş bekleniyor, ama söz konusu bir Müslümanın yönetici olması olduğunda birçok kişi buna sıcak bakmıyor.”
ÖAW araştırmacısı Sievers ise başarılı şekilde uyum sağlamış göçmenlerin siyasete ve topluma daha fazla katılım talep ettiğini, bunun da “entegrasyon”un çoğu kez “asimilasyon” ile karıştırılması nedeniyle yanlış algılandığını söyledi.
‘Aşırı yabancılaşma’ söylemi
Siyasi tartışmalarda ve günlük yaşamda sıkça kullanılan bir kavram da “Überfremdung” yani “aşırı yabancılaşma.” Kimi çevreler şehirlerin değiştiğini, ülkenin eski kimliğini kaybettiğini öne sürüyor. Kohlenberger, bu noktada entegrasyonun hedefinin sorgulanması gerektiğini belirterek şu örneği verdi: “Suriyeli bir mülteci dili öğrenebilir, toplumsal kurallara uyum sağlayabilir ama ten rengini değiştiremez.”
Uzmanlara göre asıl mesele, hangi noktadan sonra bir kişinin toplumda yabancı olarak algılanmaktan kurtulduğudur. Ancak olumsuz göç söylemleri ve okuldan iş piyasasına kadar uzanan ayrımcılık, göçmenlerin geri çekilmesine ve ülkenin insan kaynağından yeterince faydalanamamasına yol açıyor.
Araştırmacılar, çocuk sahibi olmayı teşvik eden para yardımları yerine, göçmenlerin eğitim, meslek ve iş gücüne katılımına odaklanmanın devletler için daha faydalı olabileceğini vurguluyor.