KADDAFİ KAYA – Daha da çarpıcı olan ise, geçmişte Türk ve Müslüman toplumunu hedef alan bu partinin (FPÖ) bugün, bir kısım Türk kökenli seçmen tarafından destekleniyor olması. Bu, yalnızca siyasi arenada değil, toplumsal yapıda da önemli değişimlerin ve gerilimlerin habercisi.
Avusturya’da güvenlik, konut, ekonomik vb. sorunlarla yok mu? Elbet de var. Peki FPÖ bu noktada neler verebilir? Bunu ikinci yazıda ele alacağız. İpucu vermek gerekirse: FPÖ, belediye konutlarının öncelikli olarak Avusturyalılara verilmesini istiyor.
Konumuza dönelim…
Avusturya bir demokrasi ülkesi; elbette seçmenler dilediği partilere oy verme hakkına sahip. Yalnız son günlerde FPÖ’nün Türk kökenli seçmenleri büyük ölçüde etkilemek için kendisine açıkça destek verdiğini ifade eden birkaç Türk kökenli isim üzerinden bir propaganda yürütüyor olması dikkatlerden kaçmayınca, bu konuda analiz yazmak da kaçınılmazdı.
Peki! FPÖ’ye oy veren bir Avusturyalı kamuoyunda bu kadar ses getirmezken, FPÖ, kendisini destekleyen bir Avusturyalı üzerinden seçim kampanyası yürütmezken, neden o Avusturyalı ile kökeni dışında bir farkı bulunmayan Türk kökenli Avusturya vatandaşları üzerinden bu kampanyayı yürütüyor? Bu soru bile aslında içinde birçok cevabı barındırıyor.
Bu durumun normal karşılanmasını isteyen kesimler de var ama FPÖ, Türk kökenli seçmenleri öne sürüp yaptığı ayrımcılıkla durumun normal olmadığını da ispatlıyor.
Unutmak Mümkün Mü Böyle Bir Nefreti?: “Değiştim” Desen Bile Hatıran Yeter!
Siz de hak verirsiniz ki; bugünlerde bazı misafir işçilerin çocukları, torunları, kendisini yıllardır “mülteci” olarak gören ve hedef tahtasına koyan FPÖ‘ye karşı vatandaşlık görevini yapmak için kolları sıvamış olmalarını anlamak biraz zor.
Neden mi? Gelin biraz eskilere gidelim.
FPÖ’nün tarihine bakmadan bugünkü durumu değerlendirmek eksik olur. FPÖ’nün temel politikasında, 1990’lardan itibaren Avusturya’da göçmen karşıtlığının merkezine Türkler oturtulmuştu. Partinin siyasetini bu toplum üzerinden şekillendirdiği dönemler, Türk toplumunu dışlayarak korku ve ötekileştirme politikaları yürüttüğü zamanlardı.
FPÖ, o dönemde misafir ve göçmen işçilerin entegrasyon süreçlerindeki zorlukları, kültürel farklılıkları ve ekonomik sıkıntıları, kendi ideolojik çıkarları için manipüle etti. Türkler, FPÖ’nün söyleminde “entegrasyon sürecini tamamlayamayan”, “kültürel olarak uyumsuz” ve “Avusturya toplumuna tehdit” unsuru olarak gösterildi. Bununla birlikte, bu söylemin temelinde yalnızca kültürel ve toplumsal farklılıklar değil, aynı zamanda derin bir ekonomik kaygı da vardı. Özellikle Türk ve Müslümanları, bu sorunların kaynağı olarak göstererek popülist bir siyaset yürütten FPÖ, işsizlik, ekonomik belirsizlik ve sosyal gerilimleri, Türk ve Müslümanları günah keçisi ilan ederek kullanmayı başardı.
2 Yıllık İktidarında En Büyük Zararı Türk ve Müslüman Toplumuna Verdi
FPÖ’nün 2017 ile 2019 yılları arasında kurduğu koalisyon hükümeti, bu partinin iktidara geldiğinde neler yapabileceğine dair önemli ipuçları veriyor aslında. Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile kurulan bu koalisyon, Ibiza skandalı sonrası 2019’da sona ermiş olsa da, iki yıllık bu süreçte FPÖ, özellikle Türk ve Müslüman toplumuna karşı birçok olumsuz yasal düzenlemeyi hayata geçirdi. Bu dönemde çıkarılan en dikkat çekici yasaların başında, Türkçe ehliyet sınavının kaldırılması geliyordu. Resmi söylemde bunun “tasarruf amacıyla” yapıldığı iddia edilse de, bu karar gerçekte daha derin ve ideolojik bir hamleydi. Aynı dönemde öğretmenlere yönelik başörtüsü yasakları, iş yerlerindeki baskı ve dışlanma vakaları, eğitimde çocuklara yönelik baskılar ve en önemlisi Almanca sınıfları!
Aynı dönemde çifte vatandaşlık konusunda çözüme yanaşmayan, haklı – haksız demeden binlerce insanı mağdur eden bir politik hareket…
Türkiye siyaseti üzerinden sürdürülen politikalar da yine bu dönemin dikkat çekici adımlarıydı. Bunlarla eş zamanlı olarak Türkiye’nin iç siyaseti de sürekli gündemde tutularak, Avusturya’daki Türk toplumuna yönelik baskılar daha da yoğunlaştırıldı.
Ülkenin onca ciddi sorunları varken, sağcı seçmenlerini hoş tutma uğruna izlediği popülist siyaset özünde Türk ve Müslümanları hedef alsa da temelde Avusturya toplumuna ciddi zararlar verdi.
Hatırlatalım: FPÖ’yü 2017’de hükümete getiren siyaset Türk ve Müslüman karşıtlığıydı.
Bu noktada merak ediyoruz: “FPÖ, kendisini desteleyen Türk kökenli seçmenlere, neden oldukları sorunları da giderme sözü verdi mi acaba?”
Peki FPÖ Değişti Mi?
Bugün bazı Türk kökenli seçmenlerin açıktan destek verdiği hatta bazılarının kendini tanıtım görevlisi olarak gördüğü FPÖ’de gerçekten bir şeyler değişti mi? (Kendinizi kandırmak serbest!)
Özellikle son yıllarda bulvar medyasında yer bulan Afgan ve Suriyeli başta olmak üzere mülteci karşıtı haberler, (bu senaryoyu 2017 seçimleri öncesinde de gördük) FPÖ’nün popülist söylemiyle birleşerek, Türk seçmenlerin de bu partiye yönelmesine yol açmış görünüyor. Ancak bu yönelim, uzun vadede Türk toplumu açısından büyük bir yanılgı ve tehlike barındırıyor.
Zira FPÖ’nün yıllardır “sen az gelişmişsin” dediği ve dışladığı Avusturya’daki Türk toplumundan bu denli destek görüyor olması, siyasetin saf hali olamaz.
Asel Bebeğe “Yeni Bir Terörist Doğdu” Diyen Zihniyetle Aynı Partiye Oy Vermek?
Bu noktada 2018 yılında yaşanan Asel bebek olayı çarpıcı bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. 2018 yılında Viyana’da doğan Asel bebek, Türk kökenli bir ailenin çocuğu olarak Avusturya’nın ilk doğan bebeği olmuştu. Ancak, bu masum olay bile ırkçı yorumlara maruz kalmıştı. Sosyal medyada sağcı zihniyete sahip kullanıcılar, “Bir terörist daha doğdu”, “Ah gerçekten Viyanalı mı?” şeklinde yorumlar yaparak, ırkçı nefretin boyutlarını gözler önüne sermişti. Bugün FPÖ’ye oy vermeyi düşünen bazı Türk seçmenlerin, böyle bir yorumu yapan kişilerle aynı partiye destek verecek olması gerçekten düşündürücü ve üzücü.
FPÖ’nün geçmişte Türkler üzerinden geliştirdiği popülist siyaseti bugün Suriyeli ve Afgan mülteciler üzerinden yürüttüğü güvenlik temalı propagandayı düşündüğümüzde, bu paradoks daha da netleşiyor.
FPÖ’nün yabancı düşmanlığına dayalı kemik seçmen tabanı, yalnızca ekonomik ya da güvenlik sorunları üzerinden şekillenmiyor. Bunun altında yatan sosyolojik ve psikolojik faktörler de oldukça önemli.
Sosyolog Zygmunt Bauman’a göre, küreselleşme çağında insanlar kendilerini güvensiz hissettiklerinde, aidiyet duygusunu pekiştirmek için “öteki”ne karşı bir nefret geliştirirler. Bu bağlamda, Avusturya toplumunda bazı Türk seçmenlerin, Suriyeli ve Afgan mülteciler gibi daha “ötekileştirilmiş” gruplara karşı duyduğu korku, onları FPÖ’ye yönlendirmiş olabilir. Ancak bu korkunun ve nefretin, uzun vadede Türk toplumuna nasıl döneceğini unutmamak gerekir.
Fransız filozof Jean-Paul Sartre ise “Özgürlüğün bedeli sorumluluktur” der. Türk toplumu olarak FPÖ gibi aşırı sağcı partilere verilecek her desteğin bedelinin, gelecekte çok daha ağır olacağını unutmamak sorumluluğumuzdur.
Bu tür tehlikeli eğilimlerin bir diğer göstergesi, FPÖ’nün zaman zaman Türkler ve Müslümanlara karşı kullandığı ayrımcı söylemlerdir. Örneğin, geçmişte Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği’nin duvarına asılan “Türkleri de al git” pankartı, FPÖ’nün aşırı sağcı kesimlerinin ne denli köklü bir yabancı düşmanlığı taşıdığını gözler önüne seriyor. Bugün bu partiyi desteklemeyi düşünen Türk seçmenler, bu tür ırkçı gruplarla aynı safta olduklarını fark etmeli ve bu tercihlerinin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğurabileceğini yeniden değerlendirmelidirler.
Türk Seçmenler ve FPÖ: Stockholm Sendromu’nun Siyasi Bir Yansıması mı?
Bazen insanın kendi çıkarlarına aykırı olan bir yapıyı desteklemesi, dışarıdan bakıldığında anlaşılması güç bir tutum gibi görünse de, psikoloji literatüründe bunun bir karşılığı var: Stockholm Sendromu.
Normalde rehine durumlarında kullanılan bu kavram, mağdurun kendisini rehin alan kişiye sempati duyması ve onun tarafını tutması şeklinde açıklanır. Bu tanım, FPÖ gibi yıllarca Türk toplumuna karşı yabancı düşmanı politikalar geliştiren bir partiye oy vermeyi düşünen bazı Türk kökenli seçmenlerin tutumunu anlamada ilginç bir örnek teşkil ediyor. Acaba FPÖ’ye yönelen Türk seçmenler de bir nevi siyasi Stockholm Sendromu mu yaşıyorlar?
Düşünün ki, bir parti yıllarca sizi ötekileştiriyor, kültürünüzü ve kimliğinizi hedef alarak sizi tehdit olarak görüyor. Sonra, o parti biraz söylem değiştirip başka bir grubu hedef alıyor, ama geçmişte yaptıklarını da unutturmuyor. Ve bir şekilde, bazı Türk kökenli seçmenler bu partiyi desteklemeye başlıyor. Bu, açıkça bir paradoks ve belki de bir tür psikolojik yanılsama.
Psikolojide, mağdurun baskı uygulayan kişiyle özdeşleşmesi durumu, bir tür kaçış mekanizması olarak açıklanır. Kendinizi korumak için, sizi baskı altına alan güce boyun eğersiniz. FPÖ’ye oy vermeyi düşünen Türk köklenli seçmenler, belki de benzer bir mekanizmayla hareket ediyorlar: “Madem bu partiyi durduramıyoruz, o zaman ona katılalım.”
Bu durumu bir adım ileri götürerek “tersine Stockholm Sendromu” olarak da değerlendirebiliriz. Bu senaryoda, Türk seçmenler FPÖ’ye oy verirken aslında kendilerini, FPÖ’nün geçmişte uyguladığı politikaların mağdurları olarak değil, gelecekte olası ‘dostları’ olarak görüyorlar. Ancak bu iyimser yaklaşım, bir tür psikolojik kaçıştan başka bir şey değildir. Gerçeklik, FPÖ’nün her an yeniden Türk ve Müslümanları hedef alabileceği yönündedir.
Psikologlar, Stockholm Sendromu’nu mağdurların, kendilerini kontrol eden otorite figürüne karşı geliştirdikleri bir savunma mekanizması olarak yorumlar. Aynı şekilde, bazı Türk seçmenlerin de FPÖ’ye yakınlaşması, bu partinin yarattığı tehdit algısına karşı bir ‘savunma’ gibi görünüyor. Belki de, “Beni hedef alma, bak ben seninleyim” demeye çalışıyorlar. Ancak bu, gerçek bir çözüm değil; aksine, bu durum yalnızca güç dengesini daha da bozar ve Türk toplumu üzerindeki baskıyı artırır.
Bu noktada en önemli soruyu soralım: Bugün mültecilerle meşgul olan FPÖ, yarın yeniden mensubu olduğunuz toplumu hedef aldığında bu seçmenler kendilerini hangi tarafta bulacaklar?
Hoş, FPÖ‘nün genelleme göçmen karşıtı siyaseti de bazı noktalarda yeterli olmalıydı diye düşünüyorum.
Türkiye’ye Karşı Söylemde Yumuşamanın Asıl Nedenleri!
Öte yandan son dönemde FPÖ’nün Türkiye ve Türkler hakkındaki söylemlerinde bir yumuşama görüyoruz. Bunun temel nedeni, hiç şüphesiz Ukrayna-Rusya savaşıdır. Savaşın başlamasıyla birlikte, Avrupa genelinde ekonomik sorunlar baş gösterdi. Avusturya, enerji ve gıda tedarikinde büyük ölçüde Rusya ve Ukrayna’ya bağımlı olduğu için, savaşın getirdiği ekonomik yükü doğrudan hissetti. Bu süreçte, Türkiye’nin hem Ukrayna hem de Rusya ile kurduğu diplomatik ilişkiler ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arabuluculuk çabaları, FPÖ’nün Türkiye’ye yönelik sert söylemlerini törpüledi. FPÖ, bu sayede Türk seçmenleri elde tutmayı hedefleyen bir stratejik manevra geliştirdi. Ancak bu geçici bir durum; FPÖ’nün geçmişi, bu partinin uzun vadede Türk ve Müslüman toplumunu tekrar hedef alabileceğini açıkça gösteriyor.
Geçici Heveslerle Kalıcı Sorunlara Alet Olmayın!
Siyaset bilimci Chantal Mouffe, popülizmi “halkın taleplerini dikkate alarak, elitleri hedef alan bir strateji” olarak tanımlar. Ancak, popülist partilerin bu stratejiyi izlerken, halkın farklı kesimlerini birbiriyle karşı karşıya getirerek kutuplaştırdığını da ekler. FPÖ de tam olarak bu stratejiyi izliyor: Bir kesimi ötekileştirirken, diğer kesimi geçici olarak yanına çekiyor. Bugün mültecilere karşı duyulan öfkeyi kendi lehine kullanan FPÖ, yarın ekonomik ya da toplumsal krizlerin başka boyut kazandığı bir dönemde, tekrar Türkleri ve Müslümanları hedef alması yüksek ihtimal: Daha önce yaptılar? Bir daha neden yapmasınlar…
Peki Ne Yapmalı?
Bu süreçte yapılması gereken, kısa vadeli tepkilerle hareket etmek yerine, uzun vadeli çıkarları gözeten, toplumsal barışı destekleyen politikalara yönelmektir. FPÖ’nün yükselişine karşı, Türklerin ve tüm göçmen topluluklarının ortak bir dayanışma içinde hareket etmesi, bu tür manipülatif siyasetlerin önüne geçmenin tek yolu olacaktır.
Unutmayalım; Geçmişi kirli olanlar, temiz bir gelecek vaat edemezler!